Truva Gençlik
Milli Güvenlik Ödevi ! Uyeol
Truva Gençlik
Milli Güvenlik Ödevi ! Uyeol
Truva Gençlik
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Pagerank
 
AnasayfacanlıtvAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Milli Güvenlik Ödevi !

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
#.:$eF:.#
Sözelcimoderatör
Sözelcimoderatör
#.:$eF:.#


Milli Güvenlik Ödevi ! 111
Mesaj Sayısı : 827
Rep LwL : 10
Kayıt tarihi : 02/05/09
Yaş : 30
Nerden : İstanbul

Milli Güvenlik Ödevi ! Empty
MesajKonu: Milli Güvenlik Ödevi !   Milli Güvenlik Ödevi ! I_icon_minitimePerş. Ocak 07, 2010 1:04 am

DEVLETÇİLİK

Devletçilik Batı kaynaklı ekonomik bir terimdir. Devletin ekonomik hayata karışmasına işaret eder. Batı'da bu kavram kapitalizmin iç-çelişkilerinin mevcut vahşi kapitalizmle çözümlenemeyeceğinden hareketle ortaya çıkmışken Türkiye'de durum çok daha farklı boyutta gelişmiştir. 1930'lu yıllara dek devlet, ciddi ekonomik imkanlara sahip değildi yani büyük dönüşümler kamu harcamalarıyla finans edilemiyordu. Bu yüzden Kemalist önderlik, liberalizmden, özel sektörün girişimlerinden medet umuyordu. Ancak bu noktadaki sorun da Türkiye'de Batılı anlamda bir burjuva sınıfının oluşamamasıydı. Burjuvazinin yokluğu, sermaye sahibi, dönüşümleri finansa edebilecek birikimin de olmaması demekti. 1930'lu yıllarda başta İsmet İnönü'nün girişimleri ve Mustafa Kemal Atatürk'ün de desteklemesiyle devletçilik politikaları yürürlüğe konularak, beklenen iktisadi reformların Devletçilik'le yapılması sağlanmaya çalışıldı.


Ayrıca rejimin meşruiyeti de bir bakıma devletçi politikalarla oturtuldu. Ciddi sermaye birikimine sahip bulunmayan, herkesin her şeyi devletten beklediği bir dönemde devletin sosyal bağlamda halktan yeniden rıza alabilmesi için ekonomik alanda sorumluluğu üzerine alması, kalkınmayı gerçekleştirmesi şarttı. Avrupa'da solun giderek sesini daha fazla yükseltmesi, sosyal refah devletinin gündeme gelmesine koşut olarak önem kazanan devletçilik, Türkiye'ye geri kalmışlığın ve maddi yoksunlukların bir türevi halinde girmişti.

Devletçiliğe neden olan sosyal, tarihsel, ekonomik ve tarihsel etkenlere eğilmek gereklidir. Tarihsel etken yukarıda açıklanan koşullara ilişkindir. Sanayi Devrimi'ni yaşamamış, iktisadi sorunları aşamamış Türkiye, gelişmiş ülkelerle arayı kapatmak için Devletçilik politikasına mecburdu. Fakirliği erdem sayan "Bir lokma bir hırka" zihniyetiyle çağdaş medeniyetlere seviyesine
ulaşılamayacağı gerçeği Devletçilik'i sosyal açıdan dayatmıştır. Türklerde sermaye birikiminin yoğunlaşmaması, yurt ekonomisinin yeniden kurulması yolunda gözleri devlete çeviriyordu. Halk her şeyi devletten bekliyordu. Bu Devletçilik ilkesini yaratan kültürel etkendi. Belki hepsinden önemlisi Osmanlı'nın son evresinde ülkede ekonomik hayatı idare eden, bunun kazanımlarından yararlanan yabancı güçler, Türkiye'yi sömürülecek bir Pazar olarak görmüşlerdi. Uluslar arası vahşi kapitalizmin en acımasız duraklarından birisine çevrilen Türkiye, eğer kendi ayakları üzerinde yükselmeyi beceremezse, kısa zaman içinde eskisinden beter olacaktı. Tüm hammadde kaynaklan yabancı güçlerce işletilen bir ülkenin bağımsızlığından ne ölçüde bahsedilebilirdi? Yabancıların sömürge pazarı olmaktan uzaklaşmak Türkiye'nin Türkler eliyle yönetilip yönetilmeyeceğinin göstergesi sayılacaktır. Kısacası siyasal bağlamda da Devletçilik geçer, hatta tek Akçeydi.


Devletçilik ekonomik olduğu kadar sosyal, ahlaksal ve ulusal bir terimdir. Ulusal servetin dağılımında adaletin sağlanabilmesi, sınıfsız toplumun uyum içinde yaşatılabilmesi, sosyal devlete ulaşma yönünde ulus-devletin yeniden tanımlanması aşamalarında, kişinin çalışmaya teşviki, çalışan, üretenlerin refah paylarının yükseltilmesi, vatandaşların geleceğinin garantiye alınması Devletçilik ilkesini zorunluluk yapan etmenler arasındadır. Bir diğer deyişle hem ulusal birliğin korunması hem de bağımsızlığın sağlanması o günlerde Devletçiliğe bağlı görünmüştür. Aslen Atatürk, devletçilikten sadece bir kez bahsetmiştir ama liberal sistemle başarıya ulaşılamayacağını sezinledikten sonra, o da bu ilkeyi hassasiyetle ele almış, takipçisi olmuştur.

Daha önceki bölümde halkçılığa dayalı devletçilik ilkesinin 1930 sonrası ekonomide ağırlık kazandığım ve 1932 tarihinin devletçilik açısından en önemli dönüm noktası olduğuna
değinilmişti. Ancak devletçilik konusunda ilginç tarihlerden bir diğeri de 1931'dir. Zira 10 Mayıs 1931'de toplanan CHP 3. Kurultayı ile CHP ilk kez bir siyasal programa sahip olmakta ve bu programda iktisat politikalarına ilişkin tercihler de yavaş yavaş açığa kavuşmaktaydı. Topluma bakış, siyasetin biçimlendirilmesi, iktisat politikalarıyla birlikte bu kurultayda programa kavuşturulmak istenmektedir.

Söz konusu kurultayda CHP'nin Laik, Halkçı, Devletçi, Milliyetçi, İnkılapçı, Cumhuriyetçi bir parti olduğu kabul edilmekte ve sınıf ayrımları kesin bir dile reddedilmektedir. Milleti küçük çiftçiler, küçük sanayi erbabı ve esnaf, amele ve işçiler, serbest meslek erbabı ile sanayi erbabı, büyük iş sahipleri ve tüccar zümrelerinin oluşturduğuna değinilen programda bu zümrelerin ayrı ayrı sınıflar olmadıkları belirtilmektedir. Ancak, Gökalp'in Durkheim sosyolojisinden etkilenerek geliştirdiği dayanışmacı fikirlerden güç alan

Laiklik yalnızca devlet ve dinin birbirinden ayrılması anlamına gelmez ayrıca eğitim, kültür ve yasama alanlarının da dinden bağımsız olması anlamını taşır. Laiklik, devletin dini düşünce ve dini kuruluşların etkisinden bağımsız olması, ve genel olarak düşünce özgürlüğü anlamına gelmektedir.

Devrimlerin birçoğu laikliği gerçekleştirmek amacıyla yapılmış ve diğerleri ise laikliğe ulaşılmış olması sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Laiklik ilkesi akılcı ve dini siyasetin dışında tutan bir ilkedir.

Osmanlı döneminde matbaanın geciktirilmesinde olduğu gibi dinin yenilikler karşısında nasıl tutucu bir silah haline geldiğini yaşamış olan Türkiye Cumhuriyeti kurucuları açısından dinin din dışı sivil yapı üzerinde yaratabileceği baskıları önlemenin bir aracıdır.

DEVLETÇİLİK

XX. yüzyılda dünya devletleri daha mutlu yaşamak imkânlarına kavuşmak
için üretimi artırma gereğini duydular. Bunun için de başlıca üç
yöntemin uygulanmasını öngördüler. Bunları kısaca gözden geçirelim:

Liberal Ekonomi: Bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye,
üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı tümüyle bireylere
bırakılmıştır. Liberal ekonomi görüşüne göre, ekonomik hayatın
kendiliğinden işleyen yasaları vardır: Üretim, mallara olan isteğe
bağlıdır, istek ise, üretimin az veya çok olmasını sağlar. Devlet bu
kuralları yönlendirmeye karışmamalıdır. Devletin görevi yurdu savunmak,
eğitim İşlerini düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır.
Devlet ekonomik hayata katılırsa az önce belirtilen denge bozulur.
Gerekirse devlet, ancak büyük bunalımları gidermek için ekonomik hayata
girmeli, bunalım geçince de gene çekilmelidir. Büyük ekonomik güce
sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü uygulayarak bugüne kadar
gelmişlerdir.

Sosyalist Ekonomi: Bu tür görüşü uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem
üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim araçlarına
sahip olmaları yasaktır. Devlet tüm sermayenin sahibidir. Bütün
ekonomik hayat, devletin öngördüğü biçimde düzenlenir. Malların
dağıtımını da devlet yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü
benimsemişlerdir.

Ilımlı Ekonomik Sistemler: Dünyanın hızla değişen şartları hem
liberalizmin, hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde işleyemeyeceğini
göstermiştir. Bu bakımdan liberal rejimlerin bazılarında, devlet
ekonomik hayata artan ölçüde girerken, sosyalist sistemde de
yumuşamalar göze çarpmaktadır. Böylece her iki guruptan bazı ülkeler
rejimlerinin temelini bozmadan önemli sistem değişikliklerine
girmektedirler.

Devletçilik: Atatürk ilkelerinin arasında bulunan devletçilik, bir
ekonomi siyasetidir. Yukarıda anlatılan rejimlere benzemez. Milli
özelliklerimize uyan, gerekli kalkınmayı sağlayacak bir model olan
devletçiliğin hangi şartlar altında nasıl doğduğu belirtilmişti. Bunun
için burada devletçiliği kısaca değerlendireceğiz.

Devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın içine
girmesidir. Ama bu yapılırken sosyalist model benimsenemez. Elinde
sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında, diledikleri biçimde
üretime katılabilirler. Devlet bunlara engel olmadığı gibi üstelik
gereken tedbirleri alarak işlerini kolaylaştırır, kişileri üretim ve
ticaret işine özendirir.

Ancak bilindiği gibi, hızla sanayileşme cumhuriyetin ilk
hedeflerindendi. Büyük temel sanayi kuruluşları yapmak için özel
ellerde sermaye yoktu. Bu yüzden devletçilik doğdu. Devlet pek çok
sanayi işletmesini kendisi kurdu, çalıştırdı ve geliştirdi. Bir yandan
da uyguladığı para ve kredi politikası ile özel kişileri başıboş
bırakmadı. Böylece devlet ile vatandaş, üretim işini birlikte
düzenlediler. Bu işbirliği sonucu Türkiye örnek bir ülke durumuna
gelmişti. Son araştırmalar, Türkiye'nin 1930 yılına kadar uyguladığı
devletçilik siyaseti ile en hızlı kalkınan üç ülke arasına girdiğini
göstermektedir. 1029 yılında, 100 olan Türkiye ve dünya sanayi üretim
indeksi, 1939'da Türkiye'de 196'ya erişmiştir. Dünya ortalaması İse
119'dur. Bu gelişme tablosunda Türkiye'nin yeri, Rusya ve Japonya'dan
sonra gelmektedir. Böylece 1927'de 1000 olan milli gelirimiz, hızlı
nüfus artışına rağmen, 1939'da 1625'e yükselmiştir.

Sermayesi olmayan, dışarıdan yardım almayan, kaynakları sınırlı,
teknolojisi geri Türkiye'nin 1939 yılına kadar sağladığı bu gelişme
Atatürk'ün akılcı ve milliyetçi görüşlerinin bir eseridir. O, özel
girişimleri desteklerken, devleti de ekonomik hayata katmış, her iki
alan birbirlerini tamamlamışlardır.

İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine bu gelişme durdu. Savaş
sonrasında ise devletçilik ilkesi yeniden ve amaca uygun biçimde
işletilip ihtiyaçlara göre düzenlenmedi, politika aracı yapıldı. Bu
yüzden özel alanla devlet alanı arasındaki denge bozuldu ve ekonomik
hayata bir karga şa geldi.

Atatürk'ün baş ilkelerinden devletçilik, Türkiye'yi ekonomik bakımdan kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği gibi uygulanabilsin.

Atatürk'ün Devletçilik ile İlgili Bazı Sözleri

Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve
şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir
memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde
tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)

Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin
gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)

Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir. (1937)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Milli Güvenlik Ödevi !
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tarih - Dosya Ödevi 2
» Tarih Etkinli Ödevi - Süleyman Demirel Lisesi -

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Truva Gençlik :: Ödev Bölümü :: Sitemizin Yapımı Hazır Ödevler-
Buraya geçin: